Cem Kar'ın, Hazırlanma Aşamasında Olan Dış Basın Birliği Kitabı İçin Genç İletişimcilere Yönelik Yazdığı Yazı

Şans sizi mi bulur, yoksa siz mi şansınızı yaratırsınız?

11/7/20239 min read

Şans sizi mi bulur, yoksa siz mi şansınızı yaratırsınız?

Sanırım, şimdi anlatacağım Meçhul Tutsaklar Belgesel ve Kitabının hazırlanma sürecini okuyunca bu başlığa yanıt vermek daha kolay olacak!


Hiç şüphe yok ki, TRT benim kuşağımda olan ve tek kanallı dönemlere şahitlik eden

her gazeteci için ayrı bir yere sahiptir. Özellikle TV gazeteciliği yapanlar için referans noktasıdır. TRT’de yayın yapan ağabey ve ablalarımız, gerek duruşları, gerek diksiyonları gerekse iş ahlakları açısından bizler için örnek olmuştur. Dolayısıyla onlarla bir araya gelmek ise tecrübelerinden faydalanmak açısından ciddi bir fırsat olmuştur. Bu nedenle gazeteciliğin bence en önemli unsurlarından biri meslekteki büyüklerimizin yaşadıkları tecrübeleri dinlemek ve gerekli dersler çıkartarak ilerlemektir. Bu nedenle bana göre mesleğe yeni başlayan arkadaşlarımız açısından şu an elinizde tuttuğunuz kitabın değeri çok kıymetlidir.

Bu bakış açısıyla 2009 yılında katıldığım Dış Basın Birliği, Konya ziyareti meslek hayatımın dönüm noktalarından biridir. Konya ziyaretimizde Ankara Gazeteciler Cemiyeti heyeti de bizlere eşlik etmiş ve çok değerli meslek büyüklerimizle tanışma fırsatımız olmuştu. O gazetecilerden biri de Ertürk Yöndem’di. Ertürk Yöndem ve onun gibi usta gazetecilerle aynı gezide olmak benim için hayallerin ötesinde bir rüya gibiydi.

Heyetimiz onuruna Konya Gazeteciler Cemiyeti’nin verdiği yemekte Ertürk Yöndem ile yan yana oturma fırsatını bulmuş, gece boyunca hatıralarını dinleme heyecanıyla keyifle sohbete başlamıştık. Sanıyorum benim ilgiyle onun hatıralarını dinlemem, onu motive ediyor, daha derinlerde bulunan mesleki hatıralarını benimle paylaşıyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Kıbrıs’ta esir düştüğü günleri anlatmaya başladığında duyduklarım beni derinden etkilemişti. Gazetecilik refleksi olsa gerek, bu duyduklarımı kayda alma isteğimi kendisine belirttim. Memnuniyetle bana röportaj verebileceğini söylediğinde yaşadığım heyecanı anlatmam sanırım pek mümkün değil. Fakat bir sorunum vardı. Katıldığım ziyaret, Türkiye basınıyla işbirliğini geliştirmeye yönelik bir ziyaretti. Dolayısıyla çalıştığım Televizyon kanalından yalnızca ben katılmış, ne olur ne olmaz diye Ada Tv’nin mikrofon süngerini yanıma almıştım. Fakat kameramanım yanımda değildi.


Ancak o röportajı yapmalıydım.

Programımız çerçevesinde Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesini ziyaret etmiştik. Kurduğumuz bu ilişki söz konusu röportajı yapmam için fırsat olabilirdi. Bu nedenle Fakülte’nin dekanından teknik destek istedim. Sağolsunlar beni kırmamış ve röportajı gerçekleştirmemi sağlamışlardı. Ertürk Yöndem gizli bir şekilde esir tutuldukları Limasol Emniyet Müdürlüğü’nde, yine gizli tutulan Kıbrıslı Türklerinde bulunduğunu ve onlardan bir isim listesi alarak onlarıda kurtardıklarını anlatmıştı. Ertürk Yöndem’in verdiği bilgiye göre ne gazetecilerin, ne de mücahitlerin orada olduklarını kimse bilmiyordu. Bunu duyduktan sonra röportaj esnasında aklımdan geçen tek şey listeyi nereden bulabilirim olmuştu! Röportaj sonunda Ertürk Yöndem’e listenin kopyasının onda olup olmadığını sordum. Ne yazık ki, Yöndem’de liste yoktu. Neyse bant kaydını alarak Kıbrıs’a dönmüş, röportajı Ada Tv’de yayınlamıştık.


Bu hikayeyi yakalamak bir şans mıydı, yoksa şansı ben mi yaratmıştım? Buna siz karar verin…

Bu röportaj 2009 yılında, yılın röportajı seçilmişti.

Her şey bu ödül töreniyle başladı.


Ödül töreninde de yayınladığımız röportaj törene katılanlar tarafından ilgiyle izlenmiş, ödülü aldıktan sonra yaptığım konuşmada listeye ulaşmaya çalıştığımı söylemiştim. Ödül töreninden 3 gün sonra telefonum çalmış, şimdiye kadar ki meslek hayatım boyunca aldığım en önemli telefon olduğunu bilmeden açmıştım. Karşımdaki ses heyecanlı bir şekilde şunları söylüyordu; “Merhaba Cem Kar, ben Ertürk beyin bahsettiği gizli tutulan esirlerden biriyim. Söz konusu liste bende var. Nasıl görüşebiliriz?”

Beni arayan gizli bir şekilde esir tutulan 75 Kıbrıslı Türk Mücahit’ten biri olan Fethi Akıncı’ydı. Kendisiyle hemen görüşmüş, listeyi almış ve röportaj gerçekleştirmiştim. Söz konusu röportajda duyduklarım beni hayrete düşürmüş, listede ismi geçen ve bugün hayatta olan tüm Kıbrıslı Türklerle röportajlar yapıp bu röportajları bir belgeselle kamuoyuna duyurma amacıyla işe başlamıştım. Yolum uzun, işim çok zordu. Zira isim listesindeki kişilerin soyadları yoktu. O dönemde isimlerin sonuna baba isimleri konuyor, soyadı yerine geçiyordu. Bu işimi çok zorlaştırmıştı. Diğer zorluk yoğun çalışma tempomdu. O dönem, gazetede köşe yazısı yazıyor, sabahları Üniversitede dersler veriyor, öğlenleri Televizyon programı yapıyor, akşamları ise radyoda çalışıyordum. Hafta sonları ise isim listesinde bulunan ve hayatta olanları bulup röportajlarla geçiyordu. Bana çok yardımcı olan isimlerde oldu, Fethi İzzet’in (şimdiki adı Fathi Akıncı) dışında en önemli desteği Ahmet Mustafa’dan (şimdiki adı Ahmet Ced) almıştım. Bu projeye benim kadar inanmış ve isimleri bulmama çok yardımcı olmuşlardı.


Ertürk Yöndem dışında Türkiye’den gelen usta 10 gazeteci daha vardı ve onlarda tıpkı Ertürk Yöndem gibi esir düşmüşlerdi. Bu gazeteciler Mete Akyol, Ziya Ergun, Yücel Hacaloğlu, Hüdai Bayık, Ahmet Kahraman, Teoman Fehim, Hami Sami Coşar, Sermet İpekçioğlu, Eyüp Sabri Kapıdağ, Cengiz Kapkın’dı. Olayı araştırdıkça aynı yerde esir tutulan ve yaralı olan Ergin Konuksever isminide ulaşmıştım. (Yazının devamında Ergin Konuksever ile gazetecilerin karşılaşmasının anlatacağım) Kıbrıslı Türklerin yanında şimdi ulaşmam gereken Türkiye’deki gazetecilerde vardı.

Bu süreçte isimleri araştırırken ilginç olaylara tanık oldum.


Listemde bulunan isimlerden biriyle, program yaparken karşılaşmıştım. O dönem Ada Tv’de yaptığım programa Avustralya’da yaşayan bir Kıbrıslı Türk’ü konuk olarak almıştım. Program esnasında başından geçenleri anlatırken, benim araştırdığım konudan bahsetmeye başlamıştı. Duyduklarıma inanamıyordum, program sırasında listemi kontrol etmiş, aradığım isimlerden birinin o olduğunu anlamıştım. Program sonunda belgesel için röportaj teklifimi kabul etmişti.


Türkiye’de bulunan gazetecilerden olan ve belgesel için önemli isimlerden birisi olan Cengiz Kapkın’a ulaşmak ise çok zordu. Çünkü 1974 sonrası, Kapkın gazeteciliği bırakmış bu nedenle ona ulaşmak daha da zorlaşmıştı. Aklıma gelen ilk yol, bilinmeyen numaraları arayarak sormak olmuştu. Bu isimde 5 kişinin telefon numarası çıkmış, her birini arayarak sonunda Cengiz Kapkın’a ulaşmıştım. Kendisi Bodrum’a yerleşmişti. Oraya giderek röportajımızı gerçekleştirdik.

Araştırmamı derinleştirdikçe karşılaştığım ilginç olaylardan biride Ergin Konuksever’in yaralanma olayı, Adem Yavuz’un vurulması ve Emine ve Mehmet Mesaryalı çiftinin kader birlikteliğiydi. İkinci harekat başladığında Ergin Konuksever ve Adem Yavuz mesarya ovasında harekata katılmışlardı. O dönem şimdiki gibi imkanlar olmadığından filmler helikopterle önce Adana’ya sonra uçakla İstanbul’a gönderiliyordu. Yavuz ve Konuksever’de çektikleri fotoğrafları Lefkoşa’dan kalkacak olan helikoptere ulaştırmak için umutsuzca yollar ararken, o sırada bulundukları köyde (Ergenkon) hızla ilerleyen bir minibüsü askerler durdurur. Arabanın şoförü olan köy muhtarı Raşit Erden askerlere, araçta hamile bir kadın ve eşinin olduğunu, doğumun başladığını, bir an önce Lefkoşa’ya hastaneye gitmeleri gerektiğini söyler. Bunu duyan Adem Yavuz ve Ergin Konuksever Lefkoşa’ya gitmeleri gerektiğini, onlara eşlik edip edemeyeceklerini sorarlar. Raşit Erden ve askerlerin onaylamasıyla Lefkoşa’ya doğru yola çıkarlar. Hamitköy yakınlarında yanlış yola saparak Rum mevzilerine doğru ilerlerler. Güney tarafından gelen ilk kurşunla şoför Raşit Erden oracıkta ölür ve araç acı bir fren sesiyle durur. Korku dolu anlar başlar. Ardından Ergin Konuksever gayet soğukkanlı bir şekilde araçtan inerek basın kartını gösterir “Journalist” diye bağırır. Ancak o da vurulur ve omzundan yaralanır. Rum askerleri ateşi keserek araçta bulunanları silahlarla esir alırlar. İlk durak Lefkoşa hastanesidir. Ergin Konuksever’e ilk müdahele yapılır. Hamile Emine Mesaryalı ise doğumhaneye alınır. Mehmet Mesaryalı ile Adem Yavuz ise askerler tarafından işkence yapılarak sorguya alınır. Hastanede Ergin Konuksever’in ilk müdahalesi yapıldıktan sonra Mehmet Mesaryalı ile birlikte ortalarına Adem Yavuz’u alarak elleri kelepçeli bir şekilde tutuklu bulunacakları Limasol Emniyet Müdürlüğü’ne götürülmek üzere cezaevi aracına doğru yürürler. O sırada bir Rum askeri hiç bir neden yokken Adem Yavuz’u karnından vurur. Apar topar Rum askerini oradan uzaklaştırırlar. Adem Yavuz’u ise ameliyata alırlar. Sonuç olarak Emine Mesaryalı doğum yapar ama oradaki Rum doktorlar çocuğun öldüğünü söylerler. Adem Yavuz defalarca ameliyat edilir ancak fayda etmez şehit olur. Mehmet Mesaryalı ve Ergin Konuksever ise Kıbrıslı Mücahitlerin gizli olarak tutulduğu Limasol Emniyet Müdürlüğü’ne götürülür. Bir kaç gün sonra ise Türkiye’den gelen diğer 10 gazeteci ile orada karşılaşırlar.


Elde ettiğim bir listenin hikayesini araştırırken rastladığım bu gerçekler, tarihe not düşmemi sağlıyordu. Türk Basının Kıbrıs Barış Harekatında verdiği ilk ve tek şehit gazeteci olarak Adem Yavuz hakkında bilinmeyen bilgilere bu vesileyle ulaşmıştım.

Gazeteciler yakalandıktan sonra onları tutuklu bulunacakları Limasol Emniyet Müdürlüğü’ne götüren ve o dönem Makarios’un özel koruma müdürü olan Takis Çagaris’i bulmam araştırmam için çok değerliydi. Hakkında bildiğim tek şey Limasol’a giderken EOKA-B mensupları tarafından gazeteciler öldürülmeye çalışılır, Takis ise gazetecileri onlardan korur. Usta gazetecilerimizden Hasan Kahveci bu noktada bana çok yardımcı olmuştur. Takis bir kitap yazmış ve Barış Harekatında Türkiye’den gelen gazetecilerle ilgili anılarını bu kitapta toplamıştı. O, gazetecilere ulaşmaya çalışıyordu, ben ise ona… Bu noktada Hasan Kahveci aracı oldu ve Takis ile röportaj yapma fırsatını yakaladım. Hatta bununla kalmayarak gazetecilerden olan usta kalem Mete Akyol ile Takis’i 37 yıl sonra İstanbul’da bir araya getirdim.


Türk televizyon tarihinin ilk gizli çekim görüntülerine ulaşmam hazırladığım çalışma için paha biçilemez bir detaydı. Gazeteciler esir düştükleri kaos ortamı esnasında o dönem TRT’de kameramanlık yapan Ertürk Yöndem kamerasını açmış ve onları tutuklayanları kayda almayı başarmıştı. Yakalandıklarında ise Rumlar kameraya ellememiş, kayıtlara bakmamış ve kurtulduklarında çekilen görüntülerde kurtarılmıştı. Ertürk Yöndem’in söylemiyle, “kamera gizli değil, çekim gizli” olarak yapılmıştı. Sağolsun Ertürk Yöndem bu görüntüleri bana vermiş, araştırmamda kullanabilmiştim.

Tüm bunlar yine bir şans mıydı, yoksa şansı ben mi yaratmıştım? Buna yine siz karar verin…

Projem kapsamında bir taraftan mücahitlerle röportajlar yapıyor, diğer taraftan ise kendimi sorguya çekiyordum. Sorular sorarak, o günleri hatırlatmak, insanları yeniden hüzne boğmak ne kadar doğru diye kendime sormadan edemiyordum. Bir çok röportajda mücahitler o günleri hatırladıkça ağlıyor veya derin üzüntü içine giriyorlardı. Aynı hüzne bende kapılıyor, röportajları yarıda kesmek zorunda kalıyordum. Motivasyonum, o günleri yaşayanların bugünkü gençlere bir şeyler anlatması üzerineydi. Ayrıca mücahitler bir ayın üzerinde gizli bir şekilde tutulmuşlar, ne onlar ailelerinden haber alıyorlardı, ne de aileleri onlardan. Kayıp kabul edilmişlerdi. Hatta bazıları için mevlit okutulmuştu. Dolayısıyla kayıp olmak ne demek? Bir dönem için kayıp kabul edilen kişiler neler yaşadılar? Sorularıyla hazırladığım bu proje sayesinde kayıpların psikolojisini ve yaşadıklarını öğrenmiş oluyorduk. Ve elbette her an ölümle burun buruna gelmek ne demek? gibi sorulara yanıtlarda alıyordum.

Gazetecilerle yaptığım röportajlarda ise unutulmaz anlar yaşıyor, soru sorma ustalarına soru sorma gibi zor bir görevi icra etmeye çalışıyordum. İnanın bu çok zor bir şey…


Röportajlar için bir gün Lefke, Doğancı, Gaziveren’de oluyor. Bir gün Ankara, İstanbul, Bodrum’da listemdeki kişilere ulaşmaya çalışıyordum. Bir Gemikonağı’nda hellim, ekmek, domatesle öğün geçiştiriyor, bir gün İstanbul’da Çırağan sarayında yemekte oluyordum. Kurucu Cumhurbaşkanımız Rauf Raif Denktaş ile sürekli görüşüyor, röportaj yapıyor. Diğer taraftan Fener Rum Patriği Bartholomeos’a ziyaret gerçekleştiriyordum.

Özetle Ertürk Yöndem ile Konya’da yaptığım röportaj beni öyle bir yola sürüklemişti ki, bu yol farklı ortamlarda, farklı kişilerle bir araya gelmeme, gazeteciliğin tüm unsurlarını yaşamama, ve tüm teknikleri kullanmama vesile oluyordu.


Sonuç olarak ise 2 yıl süren araştırmanın neticesi olarak Meçhul Tutsaklar Belgesel Film ve Kitabı böyle ortaya çıkmıştı.

Tüm bunlar şans mıydı yoksa şansı ben mi yaratmıştım sorusunun cevabı bence şöyle; “insanlar kendi şansını kendi yaratır. Fırsatlar her zaman karşınıza çıkar, asıl mesele farkında olmak, çok çalışmak ve en önemlisi kendinize inanmaktır.”